BAKIŞI İBRET, SUSMASI TEFEKKÜR, KONUŞMASI NASİHAT İDİ

İsmail Yüksek

7 Şevval 1407 / Haziran 1986 / Mekke

...................
 

Hocaefendi’yi Medine’den geldikleri gün, teravihten sonra gördüm. Hemen halimi sorup, validemin selâmını söylediler. Zemzemden bir yudum içip, teberrüken bize verdiler. Sonra, sa’ye çıktılar.

Bir defa da Şeref’in evinde ziyaret ettim, selâmlaştık. İstirahate çekildiler, ben de ayrıldım. Mekke’de hiç umûmî sohbetini duymadım.

* * *

İ’tikâfa benden bir gün sonra babası Necati Amca, Osman ve Kuddusî amcalar, K. Özal ve taifesi ile girdiler. Tesadüfen bana komşu oldular. Aramızda üç direk vardı. Yerimiz Rükn-ü Yemânî’nin mukabilinde, ikinci katta idi.

Yemeklerde beni de çağırdılar. Belki çay içerken umûmî güzel cümleler sarf etti. Yemekleri Necdet Şadoğlu, Şeref ve başkaları getiriyordu. İlk sabah, namazdan sonra:

“—Artık herkes ibadetle meşgul olsun, konuşma faslı bitsin!” dediler.

Her haliyle sofrada bile insana örnek oluyor, bereketleri sofrada zahir oluyordu. Yemekte, hatimlerimizin sonunda ve diğer vakitlerde güzel dualar yapıyordu. Herkes uyurken, o ibadette idi, Kur’an tilâvetinde idi. Her yanına yaklaştığımda gördüm ki, bakışı ibret, susması tefekkür, konuşması nasihat idi. Allah ömrünü uzun etsin, feyizlerimizi bol etsin ve ümmete rahmet etsin...

* * *

Bir gün dedi ki:

“—İsmail ne dersin, Avustralya’da bir ihvanımızın kızı var. Onların iyi bir hocaya ihtiyacı var. Orası yeşillik, zengin bir ülke... Süzme insan arıyorlar, iki iyiliği beraber toplamak istiyorlar. Durumun nasıl?..”

“—Burada tahsile devam etmek istiyordum. Başka mânîsi yok!” dedim.

“—O zaman, bu tabii daha mühim, başkasına bakarız.” buyurdular.

* * *

“—Hocam, hediye olarak şu kitabı (İmam-ı Debûsî’nin Emedü’l-Akvâ’sı) kabul eder misiniz?” dedim.

“—Aaa, hoca olana da bu sorulur mu?.. Tabii, seve seve... Bir de imzanız olursa, güzel hatıra olur. Kendi yazdığın o gerideki yazını da silme, çok güzel, hatıra kalır.”

“—Hocam, isterdim ki burada çok yeni güzel kitaplar çıkıyor, hangisinden isterseniz size hemen temin etsek...”

“—Ben de istiyorum bunu... Bir kitaplarınızı göreyim! Şu şu kitapları Medine’den aldım.” buyurdular.

Fakat i’tikâftan sonra hemen, kitapları göremeden döndüler. (İnşâallah ileride yine görüşürüz.)

Fıkıh ile tasavvufu cem eden o kitap, çok hoşuna gitmiş, epeyce okudular. Ayrıca Hâzin tefsirinden Kadir Sûresi’nin tefsirini kendilerine okudum, hareke hatalarımı düzelttiler. Harekelerde bile çok dakikler.

 * * *

Etrafındaki bazı kimselerden yakındım. Bunun üzerine:

“—Hocamız Rahmetullàhi aleyh de etrafındakilerden çok sıkılırdı. Kaç defa: ‘Es’ad, işi sen yürüt! Ben Bursa’daki evime çekileyim!’ demiştir.

Şu dediklerinizi, etrafımızdakileri biz bilmez değiliz. Onları idare etmeyip açık konuşsak, kimse kalmaz. Biz de evimize çekilip te’lifle, dersle meşgul oluruz ve rahat ederiz... [Ama irşad vazifesi icabı sabrediyoruz, tahammül ediyoruz, müsamaha ediyoruz.]

Aynen Hacı Bayram misâli. Birbuçuk müridi varmış, bizim de biraz gençlerden var... Onlar büyüyecekler, belki 40-50 sene sonra bir şeyler olur.

Bu işleri Allah idare ediyor. Ne yaparlarsa yapsınlar, kervan yürüyor. Değil mi?..” buyurdular.

* * *

“—Halvet nedir?” dedim;

“—Kırk gün i’tikâftır. Çok az bir gıda ile yaşanır. Hocamız Rh.A, bir ay olunca 35 kg. kalmış ve hasta olmuş. Yapanın gönlünden ve dilinden şırıl şırıl hikmet akar imiş. Sûre-i A’raf’taki Hz. Mûsâ AS’ın kırk gün mikatından alınan bir şey... Birçokları tahammül edememişler, ölüp şehid olmuşlar.” buyurdular.