OYUNA GELMEMEK, SEZER’İ ANLAMAK...

Cengiz Çandar [email protected]
11 02 2001 Yeni Şafak

28 Şubat’ın ülkede yol açtığı tahribatın kaynağında "kutuplaşma" yatıyor. "Kutuplaşma" tanımı gereği, "uzlaşma"nın ve "tartışma"nın, "anlaşma"nın önünü kesiyor. Her ülkede, her toplumda farklılıklar bulunur. Bulunmalıdır da. Toplumlar tek tip tornadan çıkmış gibi olamazlar. "Tek tip insan" üretmek, toplumdaki farklılıkları ve renkleri yok etmek, totaliter ideolojilerin hedefidir. Komünizm de böyledir; faşizm de. İsmi farklı da olsa, sonu "izm" diye biten diğer totaliter ideolojiler ve projeler için de böyledir.

Ancak, insan fıtratına aykırı, toplumların yapısına ve dokusuna ters düşen hiçbirşey ayakta kalamayacağı için, totaliter ideolojilerin ve bunlara göre oluşturulmak istenen siyasi sistemlerin ömrü de "ebedi" olamaz; ve olamamıştır zaten.

Demokrasi, farklılıkları güvence altına alan, bunların devamını sağlayan, farklılıkların "kurallar içinde" birarada varolmasına imkan veren siyasi sistemin adıdır. Tariflerinden biri de budur. "Tartışma", "uzlaşma" ve farklılıkları koruyarak aynı toplum içinde yaşamak konusunda "anlaşma", ancak demokratik yapılar içinde mümkündür.

"Kutuplaşma", anti-demokratik sonuçlara götürür. 28 Şubat’a karşı çıkmamızın ve karşı koymaya devam etmemizin temel sebeplerinden biri de budur.

Esad Coşan’ın Süleymaniye’ye defnedilip defnedilmeyeceği üzerinde kopartılan fırtına, bir hayli aşınmış olan 28 Şubat’ın ilkel tartışmalarını canlandırma tuzağına düşmek demektir. Saflar, derhal buna göre; yani "kutuplaşma"yı besleyici biçimde yeniden oluşturulmak isteniyor. Ülkenin demokrasiden yana unsurları ile demokrasiye en fazla ihtiyaç duyması gereken kesimleri, bu "tuzak"a kolaylıkla düşme eğiliminde.

Bunun göstergesi, verdiği karardan ötürü Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’e karşı takınılan tavır. Geçen yılın yaz sonunda, "Memurlar kararnamesi"ni iki kez üstüste veto ettiği vakit, Sezer’i neredeyse "şeriatçıları ve bölücüleri himaye ettiği" iddiasıyla suçlayıp, kendisine karşı hükümetin "orkestra şefliği" altında kampanya yürütenler, bu doğrultuda kendisine "belden aşağı vurmak"ta dahi tereddüt göstermeyenler şimdi Cumhurbaşkanı’nı yere göğe koyamıyorlar. Buna karşılık, o dönemde Cumhurbaşkanı’nı alkışlayanların bir bölümü, kendisine ağır eleştiriler yöneltmekten geri kalmıyorlar.

Manzara, ikinci tarafın "kutuplaşma tuzağı"na düştüğünü gösteriyor. Birinci taraf için söylenecek bir şey yok. O, zaten "kutuplaşma"dan medet uman taraf. Adını "Kemalizm" diye koydukları bir "totaliter proje"yi Türkiye’ye dayatmak isteyenler ve burada kullandıkları, çarpıtılmış bir yoruma dayandırdıkları "laiklik" kavramı.

Oysa, Cumhurbaşkanı’nın bu son "kutuplaşma" egzersizinde aldığı kararın, "laiklik-dincilik" ikilemiyle hiçbir ilgisi yok. Olmadığı için, taraflardan birinin şimdi bu tuzağa düşmemesi gerekiyor.

Şöyle söyleyelim: "Memur kararnamesi"nin bir hafta bile vakit kaybedilmeden çıkarılmasının hükümet tarafından ilan edilen gerekçesi, "Devlette büyük çapta şeriatçı sızması" olduğu ve bu konuda bir "acil tehlike"nin bulunduğu değil miydi? O kararnameyi; hukukun temel ilkelerine ve Anayasa’ya aykırı bularak imzalamamakta direnen Cumhurbaşkanı, kararını "laiklik-dincilik" kıstaslarına göre mi vermişti ki, Coşan’ın defni konusunda öyle vermiş olsun. Sezer, tıpkı o dönemde olduğu gibi, bu dönemde de kararını "hukukun temel ilkeleri"ne ve "mer’i kanunlara" dayandırdı.

Aksine daha önceki örnekler, Sezer’i haksız çıkartmıyor. Hafize Özal’ın vasiyetinde arzuladığı şekilde şeyhi Mehmet Zahit Kotku’nun yanına gömülmesi, oğlu Turgut Özal’ın o sırada Başbakan olması ve iktidar gücünü keyfi biçimde uygulaması sayesinde mümkün olabilmişti. Bunun başka bir açıklaması yoktur. Kotku’nun oraya defnedilmesi ise, 12 Eylül askeri rejiminin keyfiliği ve "siyasi oportünizmi"yle ilgilidir. "İlke"yle değil. Aynı silsileden Mustafa Fevzi Efendi’nin aynı yere Mustafa Kemal Atatürk’ün onayıyla defni ise, "Tekkeler ve Zaviyelerin Kapatılmasına Dair Kanun"a -ki, aslında kadüktür- adeta "Kutsal Kitap" gibi atıf yapanların açıklamaya muhtaç bulundukları bir "Kemalist çelişki"dir.

Bu bakımdan, Cumhurbaşkanı Sezer kendisiyle tutarlı bir davranış sergilediği ve Cumhurbaşkanlığı makamını kimsenin kendi siyasi çıkarlarıyla özdeşleştiremeyeceği biçimde bir "tarafsız hakemlik" gibi kullandığı için kutlanmalıdır.

Türkiye’de gerçekten demokrasi isteyenler, "kutuplaşma"dan yarar umanlarla aynı davranışları göstermedikleri, benzer çelişkilere düşmedikleri takdirde yol alabilirler. "Karşı taraf"ın "oyun kuralları" ile oynanılacak hiçbir oyun, kazanılamaz…

içindekiler | ana sayfa