TARİKAT GERÇEĞİ

Ali Bayramoğlu ([email protected] )
9.2.01 SABAH

Esad Çoşan"ın cenazesi ülkenin en önemli sorunlarından birisi haline geldi. Günlerdir gazetelerin birinci sayfalarını cenaze haberleri, Nakşibendiliği anlatan yorumlar, Özal'ın ve diğer siyasetçilerin "tarikat müritliği"ni tartışmaya açan yazılar kaplıyor. Devlet ve siyasetin de en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi cenaze...

Kim ne derse desin, bu gelişmeler "siyaset-din" ve "siyaset-toplum" arasındaki doğal kanallara işaret ederek, kendiliğinden hayatiyet kazandırması itibariyle, "28 Şubat"tan bu yana esen en ciddi "28 Şubat karşıtı rüzgâr"dır.

Çünkü, gücünü "siyaset"ten değil, "toplumsal"dan ve "çıplak gerçekler"den almaktadır.

Erbakan'ın, başbakanlık konutunda tarikat liderlerine yemek verdiği için salvo ateşine tutulduğu, bu yemeğin RP kapatılma davasında laiklik karşıtı odak olmanın kanıtı olarak kullanıldığı günler daha dün gibi. Tarikatler, "irtica yuvaları", "fesat ocakları" olarak hâlâ takipte. Devletin hazırladığı binlerce sayfalık listelerde valilerden emniyet müdürlerine kadar tüm kamu görevlileri tarikat mensubu olup olmadıklarına göre tasnif ediliyor, işten çıkarılıyor.

Öte yandan ülkenin en ünlü Nakşibendi dergâhı şeyhinin Süleymaniye'ye gömülmesi için siyasetçilerin, partilerin, bakanların, Başbakan'ın seferber olduğuna tanıklık ediyoruz. Birkaç gün sonra cenazede on binlerce insanın yürüdüğüne de şahit olacağız.

Görülüyor ki, siyasi nitelikli asayiş tespitleri ve tedbirleri, sosyal gerçekleri ortadan kaldırmıyor. İstendiği kadar takibe uğrasın yasaklansın, yasaklardan dolayı yok sayılsın, "toplumsal olan, kendi işlevleri tükenmedikçe buharlaşmıyor".

Din bu ülkenin en ağır toplumsal gerçeklerinden birisidir.

Bu gerçeğin örgütlenmesinde en ağır eşik ise tasavvuftur ve tarikatlerdir. Bu eşiğin, İslamı deruni bilgiye "rehber"le ulaşma geleneğiyle ilgisi var. "Türk siyasi adetleri"yle, "Osmanlı devlet zihniyeti"yle ilgisi var. Sosyal kurumların olmadığı, "ataerkil otorite anlayışı"nın siyasi kültürün özünü oluşturduğu, devletten ekonomik gruplara hemen her birimin "cemaatimsi özellikler" taşıdığı bir toplumda, siyasetle, dayanışma ihtiyacıyla, daha da öte, "toplumsal seyyaliyet gereksinimi"yle ilgisi var. Din eğitiminin uzun yıllar sistemin dışına itilmesiyle ilgisi var. Tarikatlerin "miliyetçi-devletçi özellikleri"yle ve kendilerini koruma güdüsüyle ilgisi var. Bu güdüden hareketle makro siyasetin içinde kurum olarak değil ama şahıslar olarak yer arama gelenekleri, bu geleneğin Türk sağ siyasetini beslemesiyle ilgisi var.

Ortaya çıplak bir resim çıkıyor: Kamu için "yasal olan" ile toplumsal açıdan "meşru olan" arasındaki mutlak bir kopukluk... "Toplumsal ile siyasal", "siyasal ile hukusal" arasındaki devasa bir boşluk... İşte bu kopuluk ve bu boşluk yüzündedir ki, devlet ile toplum arasındaki kavga, toplum grupları arasındaki kutuplaşma hemen hiç bitmez. Çünkü ortak payda oluşmaz.

Esad Coşan'ın nereye gömüleceği, hukuki açıdan defin meselesinin ne olduğu, Cumhurbaşkanı Sezer'in defin kararnamesi vetosu, bu durum yanında ikincil önemdedir.

Coşan'ın müritleri şeyhlerinin Süleymaniye'ye gömülmesini arzu etmiştir; çünkü bu dergâhın kurucusu olan Gümüşhanevi'den bu yana, Süleymaniye dergâh şeyhlerinin gömüldüğü yerdir ve bu tarikatin silsilesi içinde bir kabristan olarak kabul edilmiştir.

Sezer'in tutumu kendisine umut bağlayan bu İslami kesimi hayal kırıklığına uğratacaktır, buna şüphe yok. Nasıl ki, Sezer'i düne kadar yerden yere vuranlar bugün onu kahraman ilan edeceklerse...

Sezer hukuki açıdan "doğru", toplumsal açıdan "yanlış" yapmıştır. Çünkü o da doğru ve yanlışın birarada bulunduğu aynı kabın içindedir.

içindekiler | ana sayfa