NECDET SEZER, KEMALİZM VE LİBERAL DEMOKRASİ

Nazıl Ilıcak [email protected]
10 02 2001 Yeni Şafak

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Esat Coşan'ın na'şının Süleymaniye'ye defnedilmesini onaylamadı. Ecevit haklı olarak soruyor: "Niçin aynı istikametteki 6 kararnameyi onayladı?" Sezer, sadece Yusuf Bozkurt Özal konusunda bir emrivaki ile karşılaştığını söylüyor. Özal gömüldükten sonra kararname önüne gelince, imzalamak zorunda kalmış. Ya diğerleri? "Herhalde zararın neresinden dönülse kârdır" diye düşündü Cumhurbaşkanı! Çelişkiler Aslında, Süleymaniye'de Nakşibendi tarikatının büyükleri yatıyor. Esat Coşan da, o silsilenin devamı. Hafize veyahut Yusuf Özal'a göre, Esat Coşan'ın Süleymaniye'ye defnedilmesi daha uygun kaçardı. Sezer, "eşitlik" diyor ama, kendisi de eşitliği bozmuş olmuyor mu? 6 kişiye onay verdi; Esat Coşan'a ise, -büyük ihtimalle bir tarikatın şeyhi olduğu için- karşı çıkıyor.

Cumhurbaşkanı'nı bir süredir takip ediyoruz. Hukukun üstünlüğüne saygılı görünüyor. Antidemokratik yasaların değişmesini istiyor. Eğer Anayasa Mahkemesi üyesi kalsaydı, sanırız FP'nin kapanmaması istikametinde oyunu kullanacaktı. YÖK'ün bugünkü yapısına muhalif. Tasarrufu seviyor, gösterişten uzak duruyor. Yolsuzlukların ortaya çıkması için gayret sarf ediyor. Bütün bunlar olumlu yönleri. Ama, aynı kişi unutmayalım, Refah Partisi'nin kapatılması için oy kullandı; laiklik adına üniversitelerde başörtüsü yasağını savundu. Laiklik Necdet Sezer'in laiklik tarifi bizim düşüncemize uymuyor. Meselâ ona göre laiklik bir modernleşme projesi. Oysa çağdaş dünyada, devletin dine ve dindara müdahale etmemesi, din ve vicdan özgürlüğüne saygılı davranması olarak tanımlanıyor laiklik.

Necdet Sezer, geçenlerde laiklik üzerine konuştu ve şunları söyledi: "Büyük Atatürk, bireyin üzerindeki dinî baskılardan kurtarılarak özgür olmasını ve yaratıcı gücünü kullanmasını sağlayacak yapısal düzenlemeler gerçekleştirmiştir. Yapısal dönüşümün temelini, laiklik ilkesinin benimsenmesi oluşturmuştur. Dünya yaşamını din kurallarının etkisinden kurtarıp, bilim ve aklın egemenliğine bırakan laiklik ilkesi, çağdaş dünyanın vazgeçilmez temellerinden biridir." Sezer, laiklik ilkesinin, din ve vicdan hürriyetini de ihtiva ettiğini sözlerine ekliyordu. Ama konuşmanın geneli dinin kamusal alandan uzak tutulması gereğini vurguluyordu.

Cumhurbaşkanı'na göre, devletin kuralları kısmen de olsa dine dayanamazdı. Zaten bu yüzden, İslâmî inançlarını yaşayan genç kızların üniversitelere başları kapalı girmesine karşıydı. TBMM'nin kabul ettiği düzenlemelerin iptâli istikametinde oyunu kullanmıştı. Zira, toplum hayatında her türlü İslâmî referansı laikliğe aykırı buluyordu. Özgürlükçü tarif Bir de bizim, çağdaş görüşleri toparlayarak yaptığımız, laikliğin özgürlükçü tarifi var: "Laiklik, insanların değil, devletin bir özelliğidir. Laiklik ilkesi, devletin referansının din olmaması üzerinde durur; ama kişilerin referansına müdahale etmez. Devlet, dinî esaslara göre yönetilemez. Din kuralları, devlet yapısı içinde emredici bir nitelik taşıyamaz. Laiklik, dinî kurallara dayanan zorunlu düzenlemeler yapılmasına engeldir.

Ama özgürlüğü genişleten düzenlemeler, dinî kaynaklı olsa dahi, laiklik ilkesine ters düşmez. Laiklik, şahısların din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayacak ve dinin her türlü tezahürünü kamu hayatı dışına çıkaracak bir baskı unsuru haline de dönüştürülemez. Laiklik, devletin, dinler ve inançlar karşısında tarafsız kalması, bir dinin icaplarının, halka baskıyla kabul ettirilmemesi olduğu kadar, fertlerin din ve vicdan özgürlüğünü de teminat altına alan bir şemsiyedir. Şahıslar, eğer bir dine inanıyorlarsa, o dinin gereklerini özgürce yerine getirebilmelidir. Dinî vecibelerini uygularken herhangi bir sınırlamayla karşı karşıya kalınması, laikliğin gereği değil, aksine bu ilkenin ihlâlidir.

Dini, herhangi bir kanaatten ayıran en büyük hususiyetlerden biri, imanın amele dayanması, muayyen bir hareket tarzı emreden, bununla haricileşen bir inanç olmasıdır. Dinin, akide ve esaslarını etrafa yaymak, bunları başkalarına duyurup öğretmek, kısacası, talim ve tedris, neşir ve telkin faaliyetlerinde bulunmak ve dinin emrettiği şekilde yaşamak, laiklik ilkesinin teminat altına aldığı din ve vicdan hürriyetinin temelini oluşturur. Laiklik demokrasinin önemli ve vazgeçilmez bir şartıdır. Ama tek başına, hak ve hürriyetlerin güvence altına alınması için yeterli değildir. Türkiye Cumhuriyeti laik olmanın yanı sıra demokratik bir hukuk devletidir." Erdoğan'ın görüşü Biz bu düşüncelerimizde yalnız değiliz.

Meselâ Anayasa Prof. Mustafa Erdoğan "Demokrasi, Laiklik ve Resmi İdeoloji" kitabında, laikliğin çağdaş yaklaşımını şu şekilde dile getiriyor: "İslâmın, kamu hayatında ve siyasette görünürlük kazanması, hiç de şaşırtıcı değildir. Bu çerçevede, Kemalistlerin anlamadığı şey, İslâm'ın sırf inanç ve ibadet sisteminden ibaret olmadığıdır. İslâm, aynı zamanda kişiler arası ilişkilerin her yönüne hâkim olan bir kültür ve kurumsal çerçevedir. Cumhuriyetin ilk on yıllarında, İslâm'ın Türkiye'nin siyasi hayatında görünmemesinin sebebi, sivil hayatta, kamu hayatında ve siyasette kendisini ifade etmesine izin verilmemesiydi. İktidar seçkinleri, İslâm'ı ve onun kültürünü Türkiye'de bir güç olmaktan çıkarmaya çalıştılar.

Demokratikleşme, dindar-muhafazakâr kitlelerin, kendi taleplerini seslendirmeye başlamalarının ve siyasete katılmalarının yolunu açmıştır. Din, özel-bireysel alanda tutulabilir olmaktan çıktı, kamusal alanda yansımalar bulmağa başladı. Bir inanç, bilgi ve eylem referansı olarak İslâm, sadece kamusal alandan değil, genelde toplumsal hayattan da uzaklaştırılmaya çalışılmış, bu tatbikat, din özgürlüğünün ve dini ilhamlı sivil oluşumların baskı altında tutulması sonucu doğmuştur. Cumhuriyetin ilk döneminde, uzunca bir süre, dini duyarlılığa dayanan sivil örgütlenmeye izin verilmemiştir." CHP, 1947 tarihli kongresinde, dini sadece siyasetten değil, toplumsal hayattan da uzaklaştırmaya çalışıyordu. CHP'nin o tarihteki görüşlerini bugün halâ devam ediyor: "Laiklik, yalnız din ile siyasetin arasında bir alâka kurulmaması değil, sosyal hayatın her yönüyle, din arasında münasebet kurulmamasıdır.

Binaenaleyh laiklik, sosyal hayatın her yönünü, müsbet bilimin verilerine uydurmayı tazammum eder." (1947 CHP Kongresi) Prof. Nilüfer Göle, modernleşmenin bir kimlik değişimi olarak mütalâa edilmesine karşı. Göle, Türkiye'deki çağdaşlaşma modelini şöyle anlatıyor: "Türkiye'deki modernleşme, kültürel yapının, hayat tarzının, kimliğin batılılaşmasını öngören bir siyasi iradenin, toplumu tepeden zorlamasını içerir. Kemalist reformlar, halkın giyim biçimine, davranışlarına, gündelik yaşantısına nüfuz etmeğe çalışmıştır.

Modernleşmeyi, 'muasır medeniyet seviyesine ulaşmanı'nın bir aracı olarak gören Türk seçkinleri, bunu ancak, toplumu yerel - İslâmî kültürün boyunduruğundan kurtarmak suretiyle yapabileceklerini düşünmüşlerdi." Statükoyu aşmalıyız Neden bir türlü anlaşamıyoruz? Niçin birimiz, "Esat Coşan Süleymaniye'ye gömülebilir" diye düşünürken, diğerimiz böyle bir kararın laiklik ilkesini zedeleyeceği kanaatini taşıyor? Sebebi ortada. Kimimiz, bireysel özgürlükleri savunuyor ve laikliğin bir toplum mühendisliği olmadığına inanıyoruz. Kimi ise, devleti bireye üstün tutuyor. İnsanları, vicdanları ve inançları önceden tesbit ettikleri şablona oturtmağa çalışıyor. Necdet Sezer, iki arada bir derede. Ne katıksız bir Kemalist, ne de tam bir liberal. Statükoyu ve peşin hükümleri aşıp, zihinleri bir çırpıda özgürleştirmek kolay değil.

Cumhurbaşkanı, Esat Coşan'ın Süleymaniye'ye defnine karşı çıkabilirdi. Ama aynı istikametteki 6 kararnameyi onayladıktan sonra, sadece eşitlik adına muhalif kaldığını söyleyince, inandırıcı olmuyor. Süleymaniye'nin bir tarikat mezarlığına dönüşmesine mi karşı? Bunu açıkça beyan etsin. O zaman oturur, tarikatları tartışırız. Ve laik devletin bu gönüllü oluşumlara müdahaleye hakkı olup olmadığını konuşuruz. Günümüzde halâ, Atatürk'ün sözlerine referans yaparak mı yolumuzu tayin edeceğiz? Mevlana'nın dediği gibi: "Dün dünle birlikte gitti cancağızım / Bugün yeni şeyler söylemek lâzım."

içindekiler | ana sayfa