FATİH'TEN ÇANKAYA'YA TÜRKİYE GERÇEKLERİ...

Cengiz Çandar [email protected]
10 02 2001 Yeni Şafak

İstanbul'un Fatih semtine ve Fatih Camii'ne dün kimin yolu düştüyse, orada "bir Türkiye gerçeği"ni görmüş olmalıdır. Nakşibendilerin İskenderpaşa cemaati olarak bilinen kolunun başı Prof.Dr. Esad Coşan'ın ve Avustralya'daki trafik kazasında onunla birlikte hayatını kaybeden damadının cenazeleri, dün, her kula nasip olmayacak muhteşem bir törenle Fatih Camii'nden kaldırıldı ve Eyüp'te toprağa verildi.

Coşan'ın cenazesi, Turgut Özal'ınki istisna edilirse, bugüne dek, Fatih Camii'nden kaldırılan cenazeler arasında katılım bakımından hiç kuşkusuz mümtaz bir yer tutacak. Türkiye'nin elbette "bir"den fazla gerçeği var. Ama, dün Fatih'te yansıyanı önemli, çok önemli "bir" gerçeği idi ve o "gerçek"; gözardı edilerek, husumet beslenerek, yok olması istenerek, kanunlar ve kararlarla üstesinden gelinebileceği sanılarak ortadan kaldırılamaz. Fatih, dün, işte bu "gerçek"in canlı kanıtıydı.

Esad Coşan'ın beklenmedik vefatı, Türkiye'nin "diğer" gerçeklerini de, birdenbire gizlendikleri, sümen altına itildikleri yerden çıkarıverdi. Onun isminin arka planında, Türkiye'nin çeşitli siyasi hesaplaşmaları cereyan etti. Böyle olmasında merhum Esad Coşan'ın hiçbir dahli yoktu ve öyle olmasını da istemezdi. Bunu biliyorum. Çünkü kendisini tanıdım. İkimiz, 1982 yılında İran Devrimi'nin üçüncü yıldönümü törenlerine davetli bir grup insanın arasındaydık. Tahran Üniversitesi'nin geniş kampusunda kılınan bir cuma namazında aynı saftaydık. Gözlerinin üzerimde olduğunu farketmiştim.

Namaz sonrası, Şii itikadına göre namaz kılmadığım, yani ellerimi onlar gibi yana bırakmadığım ve secdeye varırken alnımı değdireceğim yere onlar gibi taş koymadığım; yani "kimliğime sahip çıktığım" için beni kutlamıştı. Ondan sonra çeşitli vesilelerde, seyahatlerde karşılaştık. Ilımlı, alçakgönüllü, efendi bir insandı. Allah, gani gani rahmet eylesin. İsminin etrafında böylesine bir fırtına kopmasını asla istemeyecek takva sahibi bir insandı Esad Coşan.

Onun, 28 Şubat'ın karanlık günlerinde sessiz sedasız ülkesini terkedip Avustralya'da yaşamak zorunda kendisini hissetmesi, bu ülkenin; daha doğrusu bu ülkenin siyasi rejiminin ayıbıdır. Tıpkı, Fethullah Gülen'in yurtdışında yaşamaya kendini mecbur hissetmesi gibi. Gönüllü sürgünlükler, müthiş gönül ezalarıdır.

Öylesi bir gurbet yaşamı, aslında bir çilehanedir ve o çilehanede yaşamak sabrı, ancak tasavvuf ehlinin altından kalkabileceği bir cefadır. Esad Coşan'ın vefatı, biz Türkiye'dekilere bu duyguları, bu düşünceleri hatırlatmalıdır.

Merhumun defnine ilişkin fırtınanın ise, onun "gerçek kimliği" ile hiçbir ilgisi yoktur. "Siyasi karakter" taşıyan bir "güç oyunu"na vesile edilmiştir. Ve, o noktada, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, doğruyu yapmış, Cumhurbaşkanı olarak "hukukun hakemliği"ni her daim isabetle kullanacağına dair yine "ilkeli" davranmıştır. Hem hükümete, hem de topluma, dün bazı sütunlarda da işaret edildiği gibi "ilke"yi hatırlatmıştır. Bir cemaat önderinin defnine ilişkin olarak, eğer Bakanlar Kurulu kararname hazırlayıp "imza"ya sunuyorsa; "imza sahibi"nin bir "hukuki işlem"in tekemmül edebilmesi için "hukuk"a müracaat etmesinde ve o noktada "eşitlik ilkesi"ne dayanarak, kararnameyi geri çevirmesinde şaşılacak hiçbirşey olmamalıdır.

Bu konunun "laiklik-şeriatçılık" şeklinde, 28 Şubat destekçisi bazı çevreler tarafından sunulmak istenmesi, durumun gerçeğini yansıtmıyor. Ama şunu yansıtıyor: Bülent Ecevit hükümeti, bir yandan "meşruiyeti"ni esas olarak 28 Şubat'tan alırken; bir yandan "laiklik şampiyonu" kesilirken, bir yandan da apaçık,"dini siyasete alet" ediyor. "Oy avcılığı" yapıyor. Sezer, işte buna geçit vermemiştir. Tıpkı, "devletten şeriatçıları temizlemek" sahte gerekçesiyle memur kararnamelerini, hem de bir hafta beklemeye tahammülü yok havasında Çankaya'ya iki kez sevkettiklerinde, o "laikçi oportünizm"e geçit vermediği gibi…

İslami töre, Coşan'ın Avustralya'da defnini icap ettiriyordu. Bu yapılmayıp, Dışişleri marifetiyle cenaze Türkiye'ye getirtilir ve bir de Bakanlar Kurulu kararıyla Süleymaniye'ye defnettirilmek istenerek "siyasi oportünizm"e sapılırsa; "eşitlik" kavramında duyarlı, dürüst hukukçu ve ilkeli bir Cumhurbaşkanı, bu "oportünist operasyon"a dur diyebilir. Demiştir. Bu arada, "devletin üst katları"nın bu ülkenin dindar insanlarına ne kadar acımasız davrandığı, aslında kendilerinin ne kadar "çifte standartlı" oldukları, ayrıca, kökleri yüzlerce yıl gerilerde yatan ve insanların gönlünde ve zihninde yuva kurmuş bulunan tarikat olgusunun öyle kanunlarla, yasaklarla, kararlarla ortadan kaldırılamayacağı da, bu "olay"la ve dün Fatih'teki "vicdanların mahşeri"nde bir kez daha ortaya çıkmıştır. "Kanun devleti" ile "ülke sosyolojisi"ni yok edemezsiniz.

içindekiler | ana sayfa