KONUŞUYORUZ, AMA NECE KONUŞUYORUZ?

FEHMİ KORU
11.02.2001 Yeni Şafak

Tartışmaların çoğu sonuç almadan olup bitiyorsa, bunda, hiç kuşkunuz olmasın, her olaya ‘tekçi’ anlayış açısından bakmanın rolü büyük. Bu anlayışın yoğurduğu zihinler için ‘tek bir doğru’ veya ‘tek bir gerçek’ bulunuyor; herşey ya siyah ya da beyaz olmak zorunda. Oysa, gerçek veya doğru, her zaman ‘tek’ olmak zorunda değil; bazen içiçe geçmiş, bazen çelişen birden fazla gerçek veya doğru pekâlâ olabiliyor. Son konumuz, Nakşibendi tarikatının temsilcilerinden İskenderpaşa Dergâhı şeyhi Esad Coşan Hocaefendi’nin vefatı ekseninde ‘tarikatlar’ tartışması tespitimizin en güzel örneklerinden biri.

Eğer gerçek ‘tek’ ise ortada tartışılacak bir konu yok zaten; ancak, pek çok konuda olduğu gibi, ‘tarikatlar’ konusunda da birden fazla gerçek söz konusu. Vefat dolayısıyla, ülkemizde hiç değilse ‘Nakşibendilik’ adlı bir tarikat bulunduğunu öğrenmiş olduk. Cenaze namazının kılındığı Fatih Camii’ni dolduran kalabalıklar, orada bulunan herkes tarikat mensubu olmasa bile, kendilerinden “Nakşibendi” diye söz edilebilecek bağlıları olduğunu da gösterdi bu tarikatın. Tarihi kökleri bulunan ‘sosyolojik’ bir olguyla karşı karşıyayız. Bu bir ‘gerçek’ işte...

Oysa, en az bu ilk tespit kadar ‘doğru’ olan bir başka ‘gerçek’ daha var: Türkiye’de tarikatlar, Cumhuriyet’in ilk döneminde çıkartılan ‘tekke ve zaviyeler’ ile ilgili 677 sayılı yasayla birlikte yasaklanmış durumda; bu yasa da Anayasa’nın 174. maddesinde koruma altına alınan ‘devrim yasaları’ içerisinde bulunuyor. Esad Coşan’ın vefatı dolayısıyla varlıkları hakkında bilgi sahibi olduğumuz tarikatlar, Türkiye Cumhuriyeti yasaları bakımından, yani hukuken, yasak... İşte size ilkinden farklı, hatta ona taban tabana zıt bir başka ‘gerçek’...

Üzerinde tartıştığımız konuda ‘gerçek’ diyebileceğimiz ‘doğrular’ bu ikisiyle de sınırlı değil. Vefatın varlığını hatırlattığı tarikatlar hukukî açıdan yasak ülkemizde; ancak Anayasa’nın koruma altında tutmasına rağmen, bazı tarikatlar da devlet himayesi altında faaliyetlerini sürdürüyorlar. Her yıl, aralık ayında, Konya’da, bakanlar ve üst düzey bürokratların katıldığı Mevlevi âyinleri görkemli bir ‘devlet töreni’ biçiminde icra ediliyor. Sadece Mevlevilik değil, Rumeli kökenli Bektaşilik de himayeye mazhar bir tarikat... Tarikatların hukuken ‘yasak’ olduğu bir ülkede, devlet töreniyle ihtifalleri yapılan himayeye mazhar tarikatların varlığı da bir üçüncü gerçek işte...

Bu kadar da değil. Mevlevilik ve Bektaşilik devlete yönelik iddiaları bulunmayan iki tarikat olduğu için, ‘yasak sürdüğü’ halde tarihî köklerine uygun faaliyetlerini sürdürebiliyorlar; bu gerçeği biliyor ve anlayışla karşılıyoruz. Ancak, gözardı edilen bir başka ‘gerçek’ de şu: Nakşibendilik de, tarihle kesiştiği noktadan elde edilebilecek bilgiler açısından, aslında ‘devlete ters bakmayan’ bir tarikat; Osmanlı öncesinde bu tarikatın devlete yakın durduğu biliniyor sözgelimi. Esad Coşan Hoca’nın kayınpederi olan Mehmet Zahid Kotku’nun, MNP/MSP/RP/FP çizgisinin başlangıcında teşvikçi olduğu sanki bir kusurmuş gibi anlatılıyor; oysa, eğer böyle bir onay varsa, bunun anlamı, Kotku Hocaefendi’nin, bağlılarına, “Anayasada sınırları çizilmiş, demokratik, lâik Cumhuriyet içerisinde siyasî mücadele verin” telkini değil midir? Kim ne derse desin, tarih perspektifinden bakıldığında, Nakşiliğin, devletle ters düşmek istemeyen bir tarikat olduğu temel bir gerçektir...

Görüldüğü gibi, ‘tek’ bir konuda, ilk bakışta birbiriyle çelişir gibi gözüken, biraz yaklaşıldığında aralarındaki şifreli ilişkileri çözebildiğimiz içiçe geçmiş ‘birden fazla’ gerçek bulunuyor. Tarikatlar konusundaki farklı gerçekleri birbirine bağlayan ‘şifre’ ise, hiç şaşırmayın, ‘demokrasi’ kavramıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş dönemi için yerinde ve yararlı kabul etmemiz gereken yasakları, kuruluş şartlarının bütünüyle değiştiği günümüzde ‘kısıtlı himayeler’ ile sürdürmek yerine, sosyolojik gerçekleri demokrasi kurumu içerisine sığdırmak herhalde daha akıllıca bir yöntem olsa gerek. Aksi halde, yüksek perdeden tartıştığı halde neyi tartıştığı anlaşılamayan, çağa ters görüntümüzden asla kurtulamayız. Oysa, o görüntüden mutlaka ve âcilen kurtulmamız gerekiyor.

içindekiler | ana sayfa