SÜLEYMANİYE’NİN SAHİBİ KİM?

Harun Odabaşı
11.2.2001 Zaman-Pazar

Birleşilmesi ve anlaşmazlıkların geçici de olsa unutulması gerektiği nazik bir ortamda, bir alimin ölümü anında bile kafaları karıştırmayı başardılar. Yine empatik olmayı beceremediler. Bilemiyorum muhataplarının yerine kendilerini koysalardı bu ülkede yaşamanın bazen ne kadar dayanılmaz bir ağırlık verdiğini hissedebilecekler miydi?

En komiği DSP Milletvekili Uluç Gürkan’ın söylediği idi sanırım: “Mimar Sinan’ın kemikleri sızlarmış. Kanuni Sultan Süleyman’a hakaret sayılırmış. Laik Türkiye’de tarikat şeyhleri için özel kararname nasıl çıkarılırmış!” Aslında olayın tezat sayılacak tarafı yok değil; ama tartışmanın hiçbir boyutunda samimiyetle bu tezat dile getirilmedi. Tezatlar maske yapılarak aşağılama ve küfür etme yolu tercih edildi. Gerçekten de kişiye özel, hem de bir kişinin nereye gömüleceğine ilişkin bir Bakanlar Kurulu Kararnamesi’nin çıkartılması yanlış duruyor. Ama milyonların gönlünde taht kurmuş sevilen bir isim için mevzubahis olan Süleymaniye Camii haziresine gömülme konusu mevcut yönetmelikler çerçevesinde Bakanlar Kurulu Kararı ile mümkün olabiliyorsa ne yapabiliriz? Böyle bir konunun muhatabını Bakanlar Kurulu yaptığımız sürece böylesi çelişkileri daha çok yaşarız.

Kaldı ki Esat Coşan Hocaefendi Süleymaniye Camii haziresine gömülerek ne daha çok değer kazanacak ne de bir gram bu değerinden düşüş yaşayacak. Ne demiş atalarımız ‘Şerefü’l mekan bi’l mekin’. Bu konuda sert çıkış yapan, Türkiye’nin önemli bir gerçeğini görmezlikten gelen ve anlayamayan o hazımsız kitlelere bazen demek istiyorum: “Size ne kardeşim? Senin Süleymaniye Camii ile alakan hayatın boyunca ne kadar olmuştur? Kaç kere Süleymaniye’ye ye gittin? Paris’e yada Londra’ya gittiğin kadar bile Süleymaniye’ye gittin mi? Sahi Süleymaniye hangi ilçede? Hadi canım sen de, bırakın Müslüman mahallesinde salyangoz satmayı”. Ancak belki yanlış anlarlar diye sükut ediyorum!

Ecevit kadar olamadılar

Bülent Ecevit kadar bile olamadılar. Bir ölüye ve sevenlerine, bu toprağın kültürüne yabancı olmama adına bazen görüşünüze aykırı olsa bile saygı duyabilirdiniz. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer Anayasa’nın bilmem kaçıncı, Hıfzıssıhha Yönetmeliği’nin filanca bendine göre kararnameyi reddetmesinden ziyade incinen, kendini biraz daha devletine karşı soğudunu hisseden kalabalıkların hissiyatı beni daha çok ilgilendiriyor. Sevgilerini tarif edemedikleri, feyz aldıkları bir büyük makamın sahibi şahsa son görevlerini yapamamanın üzüntüsü ile kıvrandıklarına eminim. Her şeyi kavgayla izah eden, şucular ve bucular diye Türkiye’yi kamplara bölenler yine sevinebilirler. Çünkü birleşilmesi, anlaşmazlıkların muvakkaten de olsa unutulması gerektiği bir nazik ortamda, bir alimin ölümü anında bile kafaları karıştırmayı başardılar. Yine empatik olmayı beceremediler. Bilemiyorum muhataplarının yerine kendilerini koysalardı bu ülkede yaşamanın bazen ne kadar dayanılmaz bir ağırlık verdiğini hissedebilecekler miydi? Görevlerini yapmaya devam ediyorlar Kendimi biraz zorlarsam Sezer’i anlayabiliyorum. En azından o birtakım maddelere dayanarak kararnameyi reddetti.

‘Cennete Giden Yol Süleymaniye’den geçmez’ ya da ‘Oy Mezarlığı’ diye gazetelerine alaycı manşet atanlara ne diyeceğiz? Alaya alma medyanın yüzyıldan beri süren müzmin hastalığı galiba. Gerçi dirisine sahip çıkmadıkları, hatta hareket alanını daralttıkları için gurbet ellere yolladıkları bir kişiye ölümünden sonra sahip çıkmaları beklenemezdi! 28 Şubat Süreci’ni destekleyen bu isimler ‘Yahu bu kadar kısa sürede ne kadar değiştiniz!’ diye sorsalardı ne cevap verirlerdi? Esat Coşan Hocaefendi ile bir haber dolayısıyla 1992 yılında Eyüp’te görüşme ve konuşma fırsatı bulmuştum. Etrafında pervane olan insanların arasında sakin ve mütevazı konuşma biçimi ve insanı bir çırpıda kavrayan hoşgörüsü ile üzerimde olumlu bir etki bırakmıştı. Hayatı memleketi için bir şeyler yapma sevdası ve derdiyle geçmiş ve binlerce gencin okumasına vesile olmuş bir insana karşı takınılan tavır bu olmamalı idi. Ha, bu arada Mimar Sinan’a gönderme yapanlara da bir çift sözüm var: Mimar Sinan’ın sızlayacak kemiklerini bulursanız bize de haber verin. Çünkü 1935 yılında mezarını açarak kafatasını incelemek için alanlar bu kemikleri daha sonra kaybettiler..

içindekiler | ana sayfa