BİR KAZA... TAKDİRİN KAZASI

Müçteba Uğur

16.02.2001 Yeni Mesaj


Kimdi bu “gönül eri”. Vatanından binlerce kilometre uzakta Hakk’a yürüyerek şehitlik şerbetini içen? Bir gayret, bir himmet. Daima hareket. Hak için, hakikat için koşturma. Bana kalırsa Merhum Prof. Dr. Mahmud Es’ad Coşan’ı en iyi bu sözcükler anlatır. Kısacası kendini halkın kemaline adamış bir hakikat bendesi.

Rahmetliyi 1960’da tanıdım. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde bir asistanlık kadrosu ilan edilmişti. Açılan imtihana o da girdi. Ben de başvuranlar arasındaydım. Geçmiş gün, imtihanda on-oniki kişi vardı ve bir tek hariç hepsi Ankara ilahiyat kökenliydi. Dolayısıyla bütün gözler ondaydı. Kimdi bu yabancı. Herkes sanki bir istihbarat ajanı olmuş onu soruyordu. Nihayet öğrenildi ki Nihat Çetin Bey’in talebesi imiş. İstanbul’dan gelmiş. Rahmetlinin boyuna bosuna bakanlar imtihan rekabeti içinde sanırım pek onu umursamadılar. Ama imtihanı bir tek o kazandı.

Bendeniz 1972’de İlahiyat Fakültesi’ndeki görevine naklettikten sonra pek sık olmamakla birlikte görüşmeye başladık. Edebiyata olan merakım arada bir uğradığımda sorular sormama yol açardı. Konuşma tatlı bir sohbet havasına bürünürdü. Bir gün “sihr-i helal” üzerine bir hayli konuşulmuştu. Edebiyatımızı, Türk tarihini çok iyi biliyordu. Türkçe’si düzgündü. Sesini yükseltmeden konuşurdu. Eminim konuşmasında Kainatın Efendisi’ni örnek almıştı. Bir ara Arapça sarf-nahiv kitabı hazırlamakla görevlendirilmiştik. Sıra cümle kurulu-şuna geldiğinde komisyon üyeleri arasında fiil cümle-sinden başlayalım, önce isim cümlesi gelsin, anlaşmazlığı çıkmıştı. Ben “Cenab-ı Hakk’ın Hz. Adem’e ilk önce isimleri öğrettiğini” söyleyerek isim cümlesinden başlanması kanaatimi söyledim. O da benim görüşümdeydi. Hava elektriklenmesine rağmen gayet sakin, yumuşak bir üslupla isim cümlesinin önemini öyle bir anlattı ki... Aksi kanaatte olsaydım, fikrimi değiştirirdim.


içindekiler | ana sayfa