AVUSTRALYA’DA BİR BUHARA ERENİ

Nazif Gürdoğan 

8.02.2001 Yeni Şafak


 Tasavvufun hiçbir karşılık beklemeden “veren el” olmayı öğreten geniş potası içinde Anadolu insanı “iç” ve “dış” dünyasını zenginleştirmeyi başaramasaydı, Araplar’ın Endülüs’den Kuzey Afrika’ya döndükleri gibi, Türkler de geldikleri Orta Asya’ya dönmek zorunda kalabilirlerdi. Anadolu’da Moğol istilasında olduğu gibi, bütün baskı ve şiddet dönemlerinde, İslâm’ın büyük “gönül sultan”ları, müslümanların kimliklerini korumada ve yabancı saldırılarına karşı direnmede eşsiz bir güç ve ışık kaynağı oldular. Onların başında Ahmed Yesevi, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaş-ı Veli ve Hacı Bayram gelir. Onlarsız bir Anadolu olamazdı.

Tasavvuf geleneğinin açık ve yalın bir yapıya kavuşturulmasında Buhara’nın büyük gönül sultanı Bahaddin Nakşibend’in ayrı bir yeri ve önemi vardır. Onun elinde tasavvuf gösterişten uzak, kolay uygulanabilir, düzenli ve yalın bir yol ve yönteme dönüştü. Böylece Nakşilik Buhara’dan Kazan’a, Medine’den Saraybosna’ya kadar kolları bütün dünyayı kucaklayan iç ve dış dünyayı zenginleştirmenin ana yollarından biri oldu. Geçen hafta Avustralya’da kaybettiğimiz “Hizmetin olduğu yerde nafile ibadet terkedilir” diyen, Prof. Dr. Es’ad Coşan Hocaefendi Nakşiliğin Gümüşhaneli kolunun geleneğini sürdüren İskenderpaşa Dergahı’nın son ‘yolgöstericisi’ydi.

Altmışlı yılların sonunda, Ankara’da onun da bulunduğu bir toplantıda Berkeley’deki California Üniversitesi’nin öğretim üyelerinden İngiliz asıllı müslüman Prof. Dr. Hamit Algar’a niçin Nakşi’liği araştırdığı sorulmuştu. Algar “İstanbul’dan Üsküp ve Lahor’a kadar bütün Nakşi dergahlarını ziyaret edip, dua halkalarına katıldığını, bu kolun her yerde İslâm’ın özünü başarıyla koruduğunu gördüğü için araştırdığını” söylemişti. Gazali’nin önemle vurguladığı gibi: “Tasavvuf ilim ve amelle tamamlanır” diyen Nakşilik, tarikatlerin bozulmadan günümüze kadar gelmesinde büyük bir yer tutar. Onun insanı tek tek olgunlaştırma yöntemi İstanbul’da nasılsa Şam, Bağdat, Kahire ve Mohaçkale’de de öyledir.

Doksanlı yılların başında büyük Gönül Sultanı Bahaddin Nakşibend’in Buha-ra’daki yalın, üstü kubbeyle kapatıl-mamış, gökyüzünün rahmetine açık kabrine yaklaşırken, “Bizi ziyarete gelen-ler önce anneme gitsinler” dediğini hatırlattılar. Hanımların ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel hayatın yarısı olduklarını, toplumdaki vazgeçilmez yer ve önemlerini anlatmada bu vasiyetten daha etkili ve daha güçlü bir eylem ve tavır olamaz. Coşan Hocaefendi yolunda olduğu büyük gönül ustaları gibi, aileye büyük önem verirdi. “Ailesi sağlam olmayan bir toplumun hiçbir kurum ve kuruluşu sağlam olmaz” derdi. Gittiği her yere, mutlaka çok değer verdiği hanımıyla birlikte giderdi. Sosyal ve kültürel faaliyetlere hanımların katılmasını özellikle teşvik ederdi. Yıllarca başarıyla devam eden “Kadın ve Aile” dergisine öncülük etti ve ilk yazılarını hiç aksatmadan yazdı.

Kızım Selva’nın İTÜ’den Amerika’da, torunu Arife Uyarel’in ODTÜ’den Avusturalya’da bir üniversiteye yatay geçiş yapmalarına en büyük desteği o vermişti. O herkesin yararlandığı bir “Açık Üniversite” idi.


içindekiler | ana sayfa