M. ES'AD COŞAN HOCAM'IN HATIRASINA

Prof. Dr. Abdulkerim ABDULKADİROĞLU

Prof. Dr. Abdulkerim ABDULKADİROĞLUGönüller dostu bir güzel insanı ve kendisi kadar güzel damadı Ali Yücel Uyarel Bey'i, dünyanın her yerinde, ama ülkemizde daha çok hakim, üçüncü dünya savaşı denmeye değer bir trafik kazasında kaybetmiş bulunuyoruz. Merhum ile ilk hukukumuz, daha doğrusu onun benim üzerimdeki hakkının evveliyatı yaklaşık 40 sene öncesine uzuyor. Şöyle ki: 1962-63 ders yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi (o zaman tek bir ilahiyat vardı)'ne kaydolduğum dönemde Klasik Dînî Türkçe Metinler (daha sonra Türk-İslâm Edebiyatı) dersine merhum Prof. Necati Lügal hoca ile birlikte asistan olarak gelirdi. Hocanın gönül adamı olması bizleri ders dışında da görüşmelere çekmişti. Pek sık olmasa da bu görüşmeler evinde de oluyordu. Hatta merhume annem Ankara'ya gelmiş, onu da götürmüştüm. Bu ziyaretlerde hocanın "Muhterem Hanım" hitabını duyar, kendi kendime "Ne kadar da saygılı bir aile, eşine Muhterem Hanım demeden hitap etmiyor" diye düşünürdüm. Sonradan öğrendim ki validenin adı Muhterem imiş. Onlar gerçekten de huzurlu ve saygılı bir aile idi. İlk sene asistan olarak Necati Lügal hocanın refakatinde derslere gelen ve orijinal hattıyla metinleri tahtaya yazan Es'ad Hoca, ikinci sınıfta (1963-64), kürsü hocasının hastalığının ağırlaşması ve ikinci yarı yılda irtihali üzerine dersi üstlenmişti.

Prof. Dr. M. Esad CoşanEs'ad Hoca, mükrim bir kimse idi ve yaşadığı hayatın icabı bunu gerektiriyordu. Ev tarafı da aileden gelen gelenekle buna alışkın, hatta teşvikkâr olurdu. Bir keresinde anlattığı şu hâtırasını naklederken bile üzüldüğünü anlamak hiç de zor olmamıştı: Ankara'ya geldiğimiz aylarda idi. Dr. Emin Acar Beyler hoşgeldine gelmişlerdi. Ayın son günü idi ve ertesi gün maaş alacaktık. İkram edecek hiç bir şey, hatta kuru ekmeğimiz bile yoktu. Şayet ekmek olsaydı, bir tencere su ile birlikte ortaya getirecek, sünnet üzere buyurun, şu anda olan bu deyip ikram edecektik. O kadarını da yapamadım. Unutamadığım acı bir hâtıradır. Onlar Hoca Efendi (Zâhid Kotku hazretleri için) hatırına bizi adam yerine koyup ziyarete geliyorlar, yoksa biz kim oluyoruz ki, demişti.

Hoca israfın aksine iktisatlı hayatı sever ve uygulardı. Keza bir keresinde, "Fakültede idim. Sular kesilmişti. Namaz vakti geçmek üzere idi. Aksi bir tesadüf odamda bulundurduğum stoklar da kullanılmış, bir su bardağı su kalmıştı. Namazı kazaya bırakmayı göze alamadım ve (mestli olarak) bir bardak su ile abdest alarak namazımı edâ ettim. Sonra muslukları açınca ne kadar da israflı su kullandığımızı düşündüm" demişti.

Benim Türk-İslâm Edebiyatı dersine özel ilgim ve o dersi sevmem, çok eski yıllara dayanır. Merhum Necati Lügal ile merhum Es'ad Coşan'ın sevgileri bunu perçinlemiştir; ama ben mezun olduğum fakültede bir başka kürsüden asistanlık imtihanına girmiştim. O dönemde hemen hemen her kürsüden ellinin üzerinde aday aynı saatler içinde imtihana girmiştik. Dersin hocası bana olumlu sinyal veriyordu, fakat bir başkasına kesin söz verdiğini daha sonra öğrendim. Diğer kürsülerde de benzeri şeyler olmuş. Daha sonra bu imtihanlar topluca iptal edildi. Ben, açık olunmamasına kızarak ve yakıştıramadığım için fakülte ile irtibatımı kestim, altı-yedi yıl hiç uğramadım. O ara müfettişlik oyunu oynuyordum. Bir gün hummalı bir çalışma içinde iken saat 15.00 sularında, hocam, daireye beni ziyarete gelmişti. Saat 17.00'da Devlet Bakanı'na sunulmak üzere dosya topluyordum. "Abdulkerim! Eski yönetmeliğe göre son bir imtihan açıldı. Bugün müracaatın son günü, yarın dil imtihanları var. Bundan sonra formaliteler artıyor. Üniversite dışından devam etmek üzere verilen bu son hakkı değerlendirirsen iyi olur. Daha doğrusu sana haber vermeğe geldim..." dedi. "Hocam! Bugün öyle bir gün ki!... Halimi görüyorsunuz..." dedim. "Dilekçeyi yaz, ben götürüp vereyim" dedi. Hocam tamamen beni muhayyer bırakmakla birlikte, sevgisine ilâveten yaptığı bu âlî-cenablığa mütevazı bir karşılık olarak, onun kürsüsünden müracaat ettim. Ertesi gün dersin gereği olarak alınan karar üzerine, her biri bir sonrakine baraj olmak üzere, sırayla İngilizce, Arapça ve Farsça dillerinden peşpeşe imtihana alındım. Akabinde tez konusu araştırması başladı. İstanbul kütüphanelerinde dört ay süren hummalı bir çalışmadan sonra biriken notlar iyiden iyiye kafamızı karıştırmış, karar vermeyi zorlaştırmıştı. Bir akşam vakti idi. Hocanın odasında tartışırken, "Abdulkerim, bu iş uzadıkça altından kalkmakta zorluk çekeceğiz. Gel seninle F. Edhem Karatay'ın katalogunu açalım, ne çıkarsa kabul edelim" dedi ve öyle yaptık. İsmail Beliğ'in Güldeste-i Riyâz-ı İrfan'ı çıktı. Notlarım arasında Beliğ de olmakla birlikte o ana kadar tez konusu olarak düşünmemiştim. Bunda da bir hayır vardır diyerek hayatımdaki İsmail Beliğ sayfasını açmış oldum. Hocam, o tarihte "Beliğ üzerinde çalışma yok, uzun vadeli bütün eserlerini neşredersin" demişti. O istikamette mesafe almaktayım.

İki Gönül Adamının Buluşması

Merhum Prof. Dr. Âmil Çelebioğlu ile merhum Prof. Dr. Es'ad Coşan'ın arkadaşlıkları ve yakınlıkları üniversite yıllarına dayanır, fakat Ankara'da Es'ad hocaları ailece ziyarete götüren ilk ben oldum. 1974 yılında iki kapılı bir Taunus arabam vardı. Âmil hocalarla hafta sonları Ankara çevresine ve çevre ilçelere kır gezilerine giderdik. Âmil Hoca, Es'ad Hoca'nın ilmî çalışmaları belki ikinci planda tutarak, fazlaca sosyal hareketlilik içinde olmasını pek hoş görmüyor; o birikimle, bir değerin heder olduğu görüşünü ifade ediyordu. Bu konuya aşağıda tekrar dönülecektir.

Es'ad Hocam Araba ve Ehliyet Alıyor

Benim araba ile sağa sola giderken bir gün sanayie uğramıştık. Hocanın araba alma arzusu birden kabardı ve kendisine ikinci el bir Opel aldık. Diyebilirim ki o şoförlüğü yarım saatte öğrendi ve birden bire şehir trafiğine çıktı. Ben Keçiören'den, o Kalaba/Meteoroloji kavşağından geliyor ve zaman zaman yol boyu karşılaşıyorduk. Hızlı bir şofördü ve bu hızlılıkla ara sıra kuralları çiğnediği oluyordu. Ehliyet imtihanına müracaat etti. Ben, şoförlüğünün biraz daha pişmesinin iyi olacağını söylüyor, başarısız olmasından korkuyordum. İmtihan günü birlikte gittik. Bir hususu tatlı bir hâtıra olarak itiraf etmeliyim. Onun direksiyon başında olduğu dakikalar, başarılı olması için samimiyet ve ihlasla Allah'a nasıl dua ettiğimi düşünüyorum da, kendim için o derece mahviyet içinde olamadığımı anlıyorum. Bir taraftan gözlerimle takip ediyordum. Hataları olmuş, bir keresinde motoru istop bile ettirmişti. Bunlara rağmen başarılı olduğu müjdeli haberi ile geldi. Kendim için bu kadar sevinmemiştim. Artık iki araba, üç aile hafta sonlarını değerlendiriyor, çevreyi geziyorduk. Çubuk Barajları, Karagöl, Bağlum...

1974 Kastamonu Gezisi

Ben Taunus arabamı alınca hem uzun yol tecrübesi yapmak, hem de yakın dostlarıma şehrimi göstermek düşünceleriyle Es'ad Coşan Hoca, Hakim Coşkun Duygu, Vaiz Sadık Aydın ve Mühendis Mümin Kara Beyler olmak üzere İlgaz Dağı üzerinden Kastamonu'ya gittik. Yol üzerinde İlgaz'da ikamet eden Şeyh Ahmed Abduşoğlu Hocaefendi'yi ziyaret ettik. Kastamonu'da merhum Feyzi Efendi'yi ziyaret ettik. Şehirdeki ziyaret yerlerini gezdik. Şehre vardığımız akşam İbrahim Küçük Hocaefendi'nin evinde, mahallî etli ekmek ikram edildi ve çok beğenildi. Şa'ban-ı Velî Dergâh evinde kaldık. Ahmed Efendi ve Feyzi Efendi merhumlar, her ikisi de kendi sohbet gelenekleri içinde misafirleri âdeta mest ettiler. Bunlar da tatlı birer hâtıra olarak kaldı.

Olaylar ve Cemaatler Karşısındaki Tutumum

Ben hür düşünceli, insanlara insan oldukları için ve eşit mesafeden bakan, bütün cemaatlere eşit mesafede bulunan biriyim. İşini gördürünceye kadar münafıklık edenleri de gördükçe kendi tavrımı beğeniyorum. Ellisinden sonra bu değişmez. Bunun zararını gördüğüm olmuştur, ama vicdanımda hür ve müsterihim. Es'ad Hocaya, Zahid Kotku Hocaefendiye hep saygı duymuşumdur. Uyguladığım ve beğendiğim prensiplerim vardır. Bu satırları gurur payı çıkarmak için değil, belki gençlere örnek olur düşüncesiyle yazıyorum. Dikmen'de evimin yolu üzerinde Zahid Kotku Camii var. Buradan bir günde elli kere geçsem bile, kapısındaki isme hürmeten temiz ruhuna eksiksiz Fatiha okumuşumdur, bu ölünceye kadar da devam eder. Ağzımdan çıkanı önce nefsimde uygularım. Merhum Barış Manço'yu sever, zevkle dinlerdim. Vefatından sonra yazdığım bir yazının sonunda, onun sesini duyanların ve simasını görenlerin ruhuna birer Fatiha okuyarak kabrinde sevindirmeleri tavsiyesinde bulunmuştum. Bir kere de olsa ihmal etmiş değilim. Âmil Hoca'nın adının geçtiği zamanlarda da aynı duygular canlılığı ile yaşatılmaktadır. Bu halkaya Es'ad Hoca ve Ali Yücel Bey de eklendi. İnanan herkese bir gün sıranın geleceği kesin. Bunu yapmak için dervişi olmak şartı da yoktur. Es'ad Hoca'nın zekâsından, birikiminden ve meziyetlerinden sitayişle söz etmişimdir. Aradaki yaş farkının fazla olmamasına ve arzu etmemesine rağmen elini öpmekten de keyif aldım. Fakat ne hocaefendiye ne de başkasına derviş olmadım. Bu kültürle uğraşan ve yayınlan olan biri olmama rağmen intisab, belki nasib olmadı. Böyle bir ilişkim olsa, saklamayacak kadar da hür ve demokratım. Ayrıca bir kimsenin falan takımın fanatik taraftarıyım diyebileceği derecede falan zâta intisabım var diyebilmesi ortamının yaşanabilmesi lâzım. Ben de Amil Hoca görüşüne katılarak Es'ad Hoca'nın ilmî kişiliğini birinci planda tutmasının daha isabetli olacağını hep düşünmüşümdür.

Merhum hocam M. Tayyib Okiç, merhum Mahir İz'den söz ederken, bir gün aynen şunları söylemişti: "Mahir Bey, Eski Türk Edebiyatı dalında dünyada meşhur beş kişi arasına girer ve ikinci sırayı işgal eder, daha aşağıya düşmez" Âcizane kanaatim şudur ki, şayet Es'ad Hoca firâseti, fetâneti, dil ve kültür malûmatı çerçevesinde bütün mesaisini bu dalda sarfetmiş olsaydı, dünya çapında aynı düzeyde ilk sıraları işgal eder, kolay kolay eline kimse su dökemezdi. Hocanın yaşadığı şartlarda bile elde ettiği verim fevkalâde yüksektir. Tevarüs ettiği bu aile geleneği içinde çevresi ile bunca içli dışlı iken, ilmî çalışmalarına ayırabildiği zaman da mühimdir. Hoca bir haftada kitap hazırlamış kişidir. Ben bu genel yazımda onun iki çalışması üzerinde durmak istiyorum. Bazı şâirler için "Divanı olmasa bile şu bir tek gazeli olsaydı onun büyük şâir olduğuna delil teşkil ederdi..." veya "... şu bir risale bile onun ciddî bir ilim adamı olduğunu ispatlar..." denir. Es'ad Hoca'nın bu vesile ile üzerinde duracağım iki çalışması onun gerçek ilmî değerini ortaya koymaktadır. Bunlardan biri, "Bazı Yazmalarda Görülen Bilmeceli Tarih Kayıtları" (Ankara Üniv. İlahiyat Fak. İslâm İlimleri Enstitüsü Dergisi II, Ankara 1975, s.55-65)'dır. Sahasında ilk ve hem doyurucu hem de kaynak olan bu yazı, günümüzde bilmecelisi şöyle dursun, rakam ile yazılmış tarihleri bile dürüstçe okuyamadığı halde bazı unvanlara sahip olanların sayılarının arttığı bir dönemde, ayrı bir önem arzetmekte ve merhum hocanın ciddî ilim adamlığı kişiliğini ortaya koymaktadır.

Bir diğer eseri Hacı Bektaş Velî'nin Makâlâtı'dır. Aslı doçentlik tezi olan bu yayının (İst. ?, LXI+127 sayfa) günümüzün şartları dikkate alındığında önemi daha da artacaktır. Merhum hocanın bu konuyu seçmiş olması tesadüfi olmamalıdır. Bu konuda sözü uzatmadan bir iki ay önce yaşanan bir olayla irtibatlandırmak istiyorum. Yüksek tahsilli Alevî-Bektaşî biri ile konuşuyorduk. Laf Hacı Bektaş Velî'ye geldi. Ben bu yayından ve bu konudaki diğerlerinden söz ettim. Hacı Bektaş'in fikirlerinin, eserlerinin okunmakla elde edilebileceğini söyledim. İşlediği konuları anlatıyordum ki, "Yahu hoca Hacı Bektaş'ı da mı elimizden alacaksınız" demez mi? "O zaten bizim, başkasının mı sanıyordun?" diye cevapladım. Okumuşu böyle olunca, gerisini siz düşünün. Koca Hünkâr üzerinde oynanan siyasî oyunlar ve adı etrafında, aslından koparak bayraklaşan hizipler için bu olay calibi dikkat bir örnek olmalıdır. En evvel Hacı Bektaş Velî Hazretleri iyice tanınmalıdır. İşte hocanın bu konudaki hizmeti de asla inkâr edilemez.

Hocanın Şeyhliği

Bilindiği üzere kayınpederi ve irşadda mürşidi M. Zahid Kotku hazretlerinin irtihali üzerine nöbet Es'ad Coşan Hoca'ya devredilmiş oldu. Zahid Kotku Hoca'nın dünyasını değiştirdiğinde İngiltere'de bulunuyorduk. Bir sabah, büyük bir depremle ve dehşetle uyandım. Şehrin büyük kısmı tamamen göçmüştü. Eyvah Türkiye'de bir şeyler oldu, dedim. Hayra yorarak günlük işin içine girdik. Tahminen on saat içinde İstanbul'dan kardeşim telefonla arayarak, bu ufûlü haber verdi. Nöbetin Es'ad Hoca'ya devrolma esnasında bazı şeyler söylendi. Dönüşte bir sohbet esnasında kendisinden söylenenlerin keyfiyetini sorduğumda; bir sohbet sonunda, şahidler huzurunda Şeyh Efendi'nin "Bizden sonra Es'ad bu sorumluluğu devralır" dediğini söyledi. Hatta Es'ad Hoca, "Benim omuzlarım bu yükü kaldıramaz" dedim, "yardımcıların olur" cevabında bulundu, dedi. Keyfiyetinde ve görevin tevdiinde şüphe olmamakla birlikte, bazıları haksız yersiz ve değişik yorumlarda bulundular. Bu bir nöbettir, devreder gider...

Es'ad Hoca merhumun, İlahiyat Fakültesi mezunu olarak ilk doktora öğrencisi ve kendisinden ilk doktora yapan benim. Söz buraya gelmişken bir hâtıramdan daha bahis açmak istiyorum. 9 Nisan 1979 günü tezin savunmasına girdim ve bir buçuk saat kadar konuştum. Eski yönetmelik maddelerine göre tezin kabul edilmesini müteakip bir saat süreli çalışma konusu bilim dalından, yarımşar saat süreli, başlangıçta seçilmiş ve yönetim kurulundan geçmiş iki yardımcı bilim dalından sözlü imtihana tabi tutuluyorduk. Savunmanın yapıldığı gün, akabinde bunlar da bitebilirdi; fakat hocalar "Yorulduk, yarın devam edelim" dediler. Es'ad Hoca, "Bunda da bir hayır vardır, bitse iyi olurdu" dedi. Ertesi gün 10 Nisan. Tamamlandı. Sonra düşündüm ki Beliğ'in vefat günü 10 Nisan. Ölümünün 250. yılında tamamlanmış oldu. Güzel bir tevafuk değil mi?

Benden sonra hepsi de profesör olan Cemal Muhtar Hocam, Ali Yılmaz, Mehmet Akkuş, Hikmet Özdemir Beyler ve diğerleri takip etti.

Es'ad Hoca iki tercih arasında kendi tercihini öyle kullandı. Bu da bir takdirdir; ama yetiştirdiği talebesi ile ilmî kişiliği devam ederken, o hayatının bir günü de olsa ilim yolundan ve halka hizmetten geri kalmamış, çok güzel bir hayat sürmüş, Allah ve Resulü rehberliğinde dolu dolu yaşamıştır. Ölüm mukadder olduğuna göre er geç göçeceğimize inanıyorsak, Hz. Peygamber'in ömrü kadar yaşayıp dünyasını değiştirmek her kula nasib olmaz. Allah Erenleri arasında 63 yaşından sonra mezar hayatı yaşayanlar olmuştur. (1)

Hocam Es'ad Coşan Efendiyi ve bir süre aynı üniversitenin çatısı altında çalıştığımız damadı Ali Yücel Uyarel Bey'i rahmetle yâd ediyor, ebedî mekânlarının cennet-i A'lâ olmasını diliyor; ailesine, talebesine ve yakınlarına sabrı cemil niyaz ediyorum. (2)

6 Şubat 2001

------------------------------------------------------

(1) Prof. Dr. Abdulkerim Abdulkadiroğlu da 2 Şubat 2006 tarihinde 63 yaşındayken Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Merhum hakkındaki bir yazı: "Bir Devr-i Kadîm Efendisinin Ardından"

(2) Abdulkadiroğlu, Abdulkerim, Güncel Yazılar III, Ankara, 2002.)